''Siz hiç kavga etmez misiniz yenge?'' diye sordu, köyden bir genç kadın. Bu arada bütün köyün yengesi de oldum ya, ne diyeyim:) Gözlerinde baya bi merak vardı bu soruyu sorarken. Devirdiğimiz bunca yıla karşın birbirimize davranış tarzımızı yadırgamıştı zahir.
Gülümsedim ve ben de içtenlikle yanıtladım. Zaten başka türlüsü gelmez elimden.
''Etmez olur muyuz? Hem de alasını ederiz. Öyle bildiğin gibi kavgalardan değil ama. Biz birbirimizi kırmamaya çalışırız, bazen kavga da ederiz ama sonuçta büyütmemeyi başarırız'' deyip geçiştirdim konuyu.
Öyle ya, şunları anlatsam laf kalabalığı olarak algılayacaktır büyük olasılıkla;
Pırıl pırıl zekası ile ironinin en incesinden laf sokuşturmaları vardır bizimkinin. Örneğin hayvanların yanında fazlaca oyalanmış isem, ''Senin ilgini hak etmek için dört ayaklı mı olmam gerekirdi'' diye dokunduruverir. Eee, ben de melek değilim; incitici bir yanıt verilir: ''Onlardaki saf sevgiyi insanlarda görmeden öleceğim galiba..''
Bazen de ben başlatırım. Şöyle ki, sabah ilk iş olarak giriştiğim, pırıl pırıl yaptığım lavabonun etrafının ıslanmış, paspasın kaymış olduğunu görünce açılır çenem. Ne insafsızlığı kalır, ne acımasızlığı ne de pasaklılığı. Neyse ki bu tür kavganın ayarını iyi bilir ve genellikle susup savuşturur. Bir de barışma şekli vardır ki, özür dileme sözleri ile değil:)
Ben sakinleşince seslenir:
-İşin bitti mi? Bittiyse gel de bi tavla atalım güzelim!''
Yanıt hazır: (Kızgın ses tonu ile)
-Ben sana küsüm! ''
Oysa çoktan'' ben de fazla söylendim'' moduna girmişimdir.
Onun yanıtı da hazırdır:
-Ben küs değilim!
İyi tamam ama önce bir Türk kahvesi yapayım da içelim.
Çok sevdiğini bilirim çünkü..
Eh ne yapalım,yaşam her zaman gülücükler armağan etmiyor insanlara. O gülücükleri yakalamak gerekiyor.
♥