31 Ağustos 2012 Cuma
Böyle olmamalı!
O bir savaş kahramanı, gerçek bir vatansever.
Mustafa Ertuğrul, Ben Bir Türk Zabitiyim adlı belgesel kitaba konu olan Türk Subayıdır.
Dünya askeri tarihinde ilk defa olarak bir deniz uçağı gemisi (Seaplane tender) batıran Türk subayıdır ve bu gemiyi karadan dağ topu ile batırmıştır.
Yazar Mustafa Aydemir'in ''Ben Bir Türk Zabitiyim'' adlı belgesel kitabını okumanızı tavsiye ederim. Bu kitapta Mustafa Ertuğrul'un üstün başarılarını belgeleri ile okuyup, yalnızca kahramanlığına değil mütevazı kişiliğine ve hatta sanatçı yönüne de hayran kalacaksınız. (Rahmetli'nin çok güzel resim çalışmaları olmuş)
Kitabın tanıtımını aşağıdaki linkte bulabilirsiniz
ÖZEL DETAYLAR MÜZESİ: BEN BİR TÜRK ZABİTİYİM (KİTAP)
Öte yandan, bir Antalyalı olarak beni son derece üzen bir durumla karşılaştım. Babamın kabrini ziyaret etmek için gittiğim şehir mezarlığında tesadüfen gördüğüm bu değerli kişinin ihmal edilmiş ve bakımsız kabrini görünce içim sızladı. Son derece alçakgönüllü bir insan olan ve methedilmekten hiç hoşlanmayan değerli büyüğümüzün sade bir mezarı olmasına şaşırmadım ama öylesine bakımsız oluşu ve sapsarı yabani otlarla kaplı olması beni çok hüzünlendirdi. Belli ki ne geleni ne de ilgileneni var. Acaba hiç mi yakını kalmadı hayatta? Daha da önemlisi, ilgili kurumlar tarihe adını yazdıran bu kahramanın kabrine neden gereken saygı ve ilgiyi göstermiyorlar? Utanç ve üzüntü ile gerekli yerlere bu soruları soracağım. Bakalım nasıl bir yanıt alacağım..
30 Ağustos 2012 Perşembe
30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun!
Zafer Bayramı, Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin[1] ulusal bayramıdır. Her yıl 30 Ağustos günü kutlanır. Zafer Bayramı, 1922 yılında 26 Ağustos'ta başlayıp, 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terketmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder.
Zafer Bayramı, ilk defa 30 Ağustos 1923 günü Afyonkarahisar, Denizli, Kahramanmaraş, Ankara ve İzmir'de kutlanmıştır. Resmî olarak Zafer Bayramı ilân edilmesi 1935 yılının Mayıs ayında olmuştur. Zafer Bayramı, tüm yurtta törenlerle kutlanır. Devlet erkânı ve birçok vatandaş, Ankara'da Anıtkabir'i, diğer illerde de anıt ve şehitlikleri ziyaret edip, Mustafa Kemal Atatürk'e, silâh arkadaşlarına ve komutasında savaşmış askerlere şükranlarını sunar. Hemen hemen her yerleşim yerinde, askerî birlikler geçit törenlerine katılır. Ayrıca dış temsilciliklerde de çeşitli kutlamalar yapılır. 30 Ağustos günü, Türkiye'de resmî tatildir.
Her yıl, Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksekokulları bu tarihte mezun verir. Tüm subay ve astsubay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli olur.
Kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/30_A%C4%9Fustos_Zafer_Bayram%C4%B129 Ağustos 2012 Çarşamba
26 Ağustos 2012 Pazar
Bir bu eksikti! Karpal Tünel Sendromu
Birinci aşama: Özellikle sağ elde, karıncalanma, uyuşma, parmak eklemlerinde tutukluk duygusu.
İkinci aşama: Uyuşmaların gece uyandıracak kadar artması, baş parmağı, işaret parmağı, orta parmağı ve yüzük parmağının yarısını kapsayan his kaybı.
Üçüncü aşama: Elinizi kullanamaz hale gelme..
İşte durum bu dostlar. Hastalığın adı: Karpal tünel sendromu.
Nedenleri de fazlaca ev işi yapmak ya da el ile uğraşı gerektiren işler. Ev hanımlarında, kasaplarda, ressamlarda görülüyormuş. Özellikle örgü ve tığ işi yapan hanımlar, klavye kullananlar bu hastalığa yakalanıyor. Ben ikinci aşamadayım. Doktorum elimi asla zorlamamam gerektiğini, sık sık dinlendirmek zorunda olduğumu, koruyucu bir aparat takmamı ve en önemlisi de el işlerini bırakmam, klavye kullanımını çok aza indirmem gerektiğini söyledi. Aksi takdirde bileğimden operasyon geçirmek zorunda kalacağım.
Buradan paylaşıyorum ki, ellerinizdeki uyuşmaları önemseyin. Zaman geçirmeden bir beyin cerrahına görünüp EMG çektirin. yoksa kalıcı hasarlar bırakan ciddi bir hastalık bu.
Daha fazlası:
Ellerde uyuşma nedenleri | Ellerde uyuşma
25 Ağustos 2012 Cumartesi
Bu güzel kıza acil yuva!
Hikaye çok bildik..
Mia çok şirin, çok oyuncu diye alınıyor. Bir süre sonra aile yurt dışına gideceklerini bahane ediyor ve eşyalarını bir poşete koyup onunla birlikte iade ediyorlar.. Sanki o da bir eşya..
Oysa Mia'nın annesinin ailesi, apartman dairesinde anneye ve iki yavrusuna daha bakıyor.
Mia'yı alıp da iade eden ailenin böyle bir durumda kendi çocuklarını da birilerine vermeyi düşünmedikleri kesin.. Ama Mia bir köpek olduğuna göre kurtulmaları lazım.. Ne acı değil mi.. Bırakıp giderlerken ağlar gibi sesler çıkarmış..
Sözün kısası Mia daha minicik bir bebek, henüz bir kaç aylık. Saf kan sıfır numara Terrier. Onu sevecek ve asla terk etmeyecek bir yuva arıyoruz. Şansı açık olsun!
18 Ağustos 2012 Cumartesi
Bayram Gelmiş!
Adına yaşamak dediğimiz olguda bir bayram daha gelmiş.. İnsanlar öyle istemiş, öyle uygun görmüş. Hoş gelsin, hoşluklarla gelsin. Acılara, yanılgılara, yanlışlara, bitip tükenmez hırslara cila olsun. Bayram gibi bayram olsun!
15 Ağustos 2012 Çarşamba
Anı yaşamak lazım!
Yaşamımın sıkıntılı bir döneminde, tesadüfen ya da kader diyelim, bana iyi gelen bir kitap okudum.. Bu öykü Robin Sharma'nın Ferrarisini Satan Bilge adlı kitabından alıntıdır.
''Küçük bir çocukken babam bana "Peter ve sihirli ip" adlı peri masalını anlatırdı. Peter, çok hareketli küçük bir çocukmuş. Herkes onu severmiş; ailesi, öğretmenleri ve arkadaşları. Ama bir zayıflığı varmış."
"Neymiş?"
Peter, asla o anı yaşayamıyormuş. Yaşamın akışından tat almayı bilmiyormuş. Okuldayken dışarıda oyun oynamak istermiş. Dışarıda oyun oynarken yaz tatilini özlermiş. Peter sürekli olarak hayal kurar ve hiç bir zaman günlerini dolduran özel anların keyfine varamazmış. Bir sabah Peter, evinin yakınlarındaki ormanda yürüyüşe çıkmış. Yorulunca çimenlik bir yer bulmuş ve sonunda uyuyakalmış. Birkaç dakikalık derin uykusundan sonra, birinin ona seslendiğini duymuş. "Peter! Peter!" Cırtlak ses yukarıdan geliyormuş. Gözlerini yavaşça açtığında tepesinde dikilen çarpıcı bir kadın görmüş. Kadın belki de yüz yaşındaymış ve kar beyazı saçları omuzlarından aşağıya yün bir battaniye gibi dökülüyormuş. Kadının kırışıklıklarla dolu elinde ortasında bir delik olan sihirli bir top varmış ve delikten uzun, altın bir ip sarkıyormuş.
"Kadın, "Peter" demiş, Bu senin yaşamının ipi… İpi birazcık çekersen, bir saat dakikalar gibi geçer. Biraz daha fazla çekersen, aylar hatta yıllar bile günler gibi geçer. Peter, bu keşif karşısında çok heyecanlanmış. Belki de ona sahip olabilirim diye düşünmüş. Yaşlı kadın hemen aşağıya eğilerek sihirli ipi olan topu küçük çocuğa vermiş. Ertesi gün, Peter sınıfta huzursuz ve yorgun bir şekilde oturuyormuş. Birdenbire aklına yeni oyuncağı gelmiş. Altın ipi biraz çekmiş ve kendini hızla evde, bahçede oyun oynarken bulmuş. Sihirli ipin gücünü keşfettikten sonra Peter, okul çocuğu olmaktan sıkılmış ve tüm heyecanları ile birlikte bir delikanlı olmak istemiş. Sonra altın ipi tekrar hızla yukarı çekmiş. Birdenbire Elise adlı güzel bir kız arkadaşı olan bir delikanlıya dönüşmüş. Fakat Peter gene memnun değilmiş. Anın tadını çıkarmayı ve yaşamının her evresindeki yalın mucizeleri keşfetmeyi hiç bir zaman öğrenememiş. Onun yerine bir erişkin olmayı hayal etmiş. Sonra ipi tekrar çekmiş ve uzun yıllar bir anda geçmiş. Derken kendini orta yaşlı bir erişkin olarak bulmuş. Elise eşiydi ve Peter bir ev dolusu çocuk ile çevrilmişti. Ama Peter başka bir şeyi de fark etmiş. Bir zamanlar simsiyah olan saçları beyazlamaya başlamıştı. Çok sevdiği , bir zamanlar genç olan annesi artık yaşlı ve güçsüz bir kadın olmuştu. Ama Peter hala anı yaşamıyordu. Şimdide yaşamayı asla öğrenememişti....Sonra sihirli ipi tekrar çekmiş ve ortaya çıkacak değişiklikleri beklemeye koyulmuş. Şimdi Peter gür siyah saçları kar gibi beyazlamış, doksan yaşında bir adammış. Genç ve güzel eşi Elise ise yaşlanmış, birkaç yıl önce ölmüş. Harika çocukları büyümüş ve kendi yaşamlarını kurmak için evden ayrılmış. Tüm yaşamında ilk kez Peter yaşamdaki harikalıkları kucaklamak için zaman ayırmadığını fark etmiş. Çocuklarıyla hiçbir zaman balık tutmaya gitmemiş ve Elise ile mehtapta gezinti yapmamış. Bahçeye çiçekler ekmemiş ve annesinin okumaya bayıldığı harika kitapları okumamış. Onun yerine,yaşamında hep acele etmiş ve yol boyunca iyi şeyleri görmek için asla dinlenmemiş. Peter bu keşfinden büyük üzüntü duymuş. Kafasını boşaltmak ve ruhunu dinlendirmek için çocukken gittiği ormana gitmeye karar vermiş. Ormana girdiğinde çocukluğundaki küçük fidanların görkemli meşe ağaçlarına dönüştüğünü fark etmiş. Orman da bir doğa cennetine dönüşmüşmüş. Küçük bir çimenlik bulmuş ve derin bir uykuya dalmış. Sadece birkaç dakika geçmiş ki birinin ona seslendiğini işitmiş. 'Peter! Peter!' Peter kafasını kaldırmış, karşısındaki, uzun yıllar önce sihirli altın ipli topu ona veren yaşlı kadından başkası değilmiş. 'Sana verdiğim armağandan memnun kaldın mı?' diye sormuş kadın. Peter doğruca cevap vermiş. 'Baştan eğlenceliydi, ama şimdi ondan nefret ediyorum. Tüm yaşamım bana keyfini çıkarma şansını vermeden gözlerimin önünden akıp gitti. Eminim hüzünlü anların yanında harika zamanlar da olmuştur, ama benim bunları yaşama şansım hiç olmadı. İçim boşalmış gibi hissediyorum. Yaşam armağanı ellerimden kayıp gitti.' 'Hiç minnettar olmuyorsun' demiş yaşlı kadın. 'Yine de, sana son bir dilek dileme şansı veriyorum'.
Peter bir an düşünüp telaşla yanıtlamış; 'Küçük bir çocuk olarak okuluma geri dönmek ve yaşamımı tekrar etmek istiyorum!' Bunu söyledikten sonra derin uykusuna dönmüş. Yine birinin ona seslendiğini duyarak gözlerini açmış. 'Bu sefer kim olabilir?' diye düşünmüş. Kafasını kaldırdığında annesinin yatağının kenarında ayakta durduğunu görünce çok sevinmiş. Annesi genç, ışık dolu ve sağlıklı görünüyormuş. Peter ormandaki o tuhaf kadının dileğini yerine getirdiğini ve onu önceki yaşamına döndürdüğünü anlamış.
'Acele et Peter. Çok fazla uyuyorsun. Şu dakika kalkmazsan rüyaların yüzünden okula geç kalacaksın' demiş annesi hafifçe azarlayarak. Söylemeye gerek yok, Peter o sabah yatağından fırlamış ve umut ettiği şekilde yaşamaya başlamış."
Gerçek dünyadaki BİZLER yaşamı dolu dolu yaşamak için ikinci bir şansa sahip değiliz. O yüzden, bugün çok geç olmadan yaşam armağanının gözlerini açman için sana verilen şansı geç olmadan doya doya kullan. Yaşamını anlamlı kılan insanlara daha fazla zaman ayır. Özel anlara saygı duy..Yağmurda dans et, bağıra çağıra şarkı söyle... Bu günde yapmak istediğin şeyleri hiç bir zaman erteleme. Önemli olan hayatı ıskalamadan yakalamaktır nede olsa... Uzun lafın kısası ruhunu canlandır ve ruhunla ilgilenmeye başla... Bu, Nirvana'ya giden yoldur...
9 Ağustos 2012 Perşembe
Sözler Tükendi
2 Ağustos 2012 Perşembe
İçim kan ağlıyor!
Bu yazı Paşa'nın anısına, birazcık olsun farkındalık yaratabilmek için yazılmıştır
Tarifsiz bir acı var içimde..
Abartılmış bir hayvan sevgisi olarak düşünmeyin. Bu hayvanın kısacık çileli yaşamı bende onulmaz yaralar açtı.. Bir yandan bu acıyı taşırken, başka köpekciklerin sonu böyle olmasın diye son bir gayretle bu yazıyı kaleme alıyorum:
Yıllardır sahipli sahipsiz her türlü zor durumdaki hayvanla karşılaştım, onların sıkıntıdan kurtulması için elimden ne gelirse yapmaya çalıştım. Özellikle Minik'i ve Jane'i evlat edindikten sonra bir köpeğin ya da kedinin fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarının neler olduğunu çok iyi anladım. Korunmaya muhtaç canların çektikleri çileleri öyle iyi biliyorum ki.. Sokak hayvanları ayrı bir konu; onların kısacık çileli yaşamlarına zaten birazcık duyarlılık taşıyan hiç bir yürek dayanamaz. Ne var ki çoğu insan kolay yolu seçip onları görmezden geliyor. Örneğin kalabalık bir parkta ya da bir yol kenarında yaralı ya da hasta bir köpeği, kediyi sanki yokmuşçasına görmüyorlar. Eğer o zavallı hayvanın şansı varsa gerçek bir hayvansever görüp kurtarmak için çırpınıyor ve bu kişiler de hep aynı kişiler oluyor. Peki o civarda olup da bu durumları gören diğer insanlara ne demeli?
Sahipli hayvanlar içinde de bazıları gerçekten çok talihsiz oluyor. Bu güne dek şahit olduğum durumları anlatsam roman olur, o romanı okumaya yürek dayanmaz. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu köpeğin kaybında duyduğum tarifsiz acıyı abartılmış bir hayvan sevgisi olarak değerlendirenler olabilir. Bu doğru değil. Bu güzel, akıllı köpekciğin kısacık(1 yaşındaydı) çileli yaşamı ibret alınacak bir hayvan öyküsü..
Bu sayfalarda, hayvansever duyarlı arkadaşlarımla birlikte yıllardır yazar, sesimizi duyurmaya çalışırız:'' Bakamayacağınız hayvanı almayın, onlar oyuncak ya da hediyelik eşya değil'' diye bağrınırız . Köpeklere ve kedilere sempati duymanız, özellikle yavru iken onları sevimli bulmanız, evinizde onlarla yaşayabilmeniz için yeterli bir neden değil.. Her insan onların ihtiyaçlarını karşılayabilecek, yaşamını onlara göre düzenleyecek karakterde değildir. Çünkü evinize aldığınız her hayvan (kedi ve köpekten söz ediyorum) yaklaşık bir on-iki yıl sizi çeşitli konularda kısıtlayacak, hayatınıza bir takım zorlukları da birlikte getirecektir. Aynı bir çocuk dünyaya getirdiğiniz zamanki gibi... Çocuğu olan çiftler eski özgürlüklerine veda etmek zorunda kaldıkları gibi, maddi manevi pek çok fedakarlıkla onu büyütmek zorundadırlar. O büyük aşk size bu sıkıntılı süreçte en büyük yardımcıdır. Evinize alacağınız kedi ve köpekler için de durum budur. Bakın çevrenizdeki gerçek hayvanseverler; kedi ve köpeklerinin bakımından, onlarla yaşamanın zorluğundan çok onlarla olmanın güzelliklerinden söz ederler.. Eğer kendinizde bu potansiyeli görüyorsanız sorun yok ama tekrar söylüyorum, bir heves uğruna ya da ''bir deneyelim bakalım'' yaklaşımı ile bir peti alırsanız onun günahına girersiniz. Onların bakımı güç geldiği an kurtulma yoluna gidenlerin neden olduğu trajedileri sık sık görüyor, duyuyor ve yaşıyoruz. Yazık değil mi bu canlara? Onların seçme hakkı yok ki, sizler onları seçip alıyorsunuz. Kısacık yaşamlarını ne hakla cehenneme çevirip daha da ötesi Tanrı'nın bahşettiği yaşam haklarını en korkunç şekilde ellerinden alırsınız?
İşte benim Paşa'ya döktüğüm göz yaşlarının asıl nedeni bu. Fotoğraflarına bakmağa dayanamadığım henüz bir yaşındaki, türünün en güzel örneklerinden biri olan akıllı ve güzel Paşa da bir doğum günü hediyesi idi. Sahipleri kendilerince çok haklı nedenlerle güya geçici bakıcı ailelere emanet ettiler. Asla uygun olmayan koşullarda yaşamasına göz yumdular. Biliyorum, bu satırları yazdığım için bana kırılıp kin duyacaklar ama ben gördüğüm gerçekleri dile getiriyorum. Amacım da başka Paşaların olmaması. Boynunda ısırıklarla , 50 derece sıcaklıkta, enfekte olmuş kurtlanmış yaraları ile ölmek üzere iken bulunan, bir klinikte son dört gününü acı içinde geçiren Paşa'nın öyküsü dilerim düşünmeden evine hayvan alan herkese ibret olur.