29 Kasım 2010 Pazartesi

Çok Hoş Bir Mim Daha / Objelerden Anılara Yolculuk

Hepimizin yaşamında anıların izi  vardır. Acısıyla,  tatlısıyla  anılarımızı  anımsatan  bazı  eşya  ya da  objelere   maddi  değerlerinin  dışında değerler biçeriz. Başkaları  için  hiç  bir  anlamı  ve özelliği  olmayan bir  eşya  bizi alır, kişiliğimizi, dünya görüşümüzü ve yaşama  bakış  açımızı  değiştiren  yaşanmışlıklarımıza  götürür..Yıllar  geçse de  o anları  yeniden yaşar, duygulanırız.

Hoş  ve izlenesi ''minimalist'' adlı  blog sayfasının yazarı arkadaşımız, bana  bir  mim  göndermiş. Anıları çağrıştırdığı  için değer kazanan eşya ve objelerden  örnekler  vermemi, kısaca  onlardan söz etmemi  istemiş. Kendisine teşekkür ediyorum..Bence  bu,  üzerinde  kitap  yazılabilecek  bir  konu.  Öyle  ya, bizde anısı olan ne  çok eşya ya  da  obje  vardır. Çoğu  şu  an  elden  çıkarılmış, ya  da  o  zamanlar ilerde  taşıyacağı  değer  bilinmediğinden   kaybedilmiş,  eskidi  diye  atılmış  pek  çok şey...  Özellikle  ilk olanlar. İlk  çantam, ilk topuklu ayakkabım vs  geldi  aklıma..Hatta  ilk televizyonumuz..Ya  da yeni  evliyken heyecanla  aldığımız , aylarca  taksidini  ödediğimiz eşyalar. Türkiye'nin  en ucuz  otomobili  olduğu için onu  tercih etmek zorunda kaldığımız  ilk arabamız.  Öğrenciliğime, eski  komşularımıza, canım anneanneme, dedeme ve  babama ait anılar içeren pek çok eşya...


Bu zarif çay  takımının devamı  var. İncecik  Çekoslavak porseleni takım  neredeyse antika  olmaya  aday. Işığa doğru  tutulunca arkasından  parmaklarınızı  görebiliyorsunuz.Çocukluğumda annemin  büfesinde  dururdu. Anneanem epeyce  bir  para  ödeyerek  annemin  çeyizi  için  almış. O zamanlar kaliteli porselen bulmak pek kolay değilmiş. Annem o yıllarda asteğmen   olan  babamla  evlenince çeyizinin  en  güzel  parçalarından  biri  olarak götürmüş  bu  takımı. Ben  kullandıklarını  görmedim. Henüz ilkokuldayken  eve  misafir  olarak  şık  tayyörlü, kabarık  saçlı  hanımlar  gelince,   '' Hah ! Şimdi  annem  bu  çay  takımını  kullanacak'' derdim ama  kullanmazdı. İnce  belli kesme cam  çay  bardakları, beyaz  kolalı  peçeteler  çıkardı ortaya  ama  bu  takım büfede  dururdu  hep:)
Meğer  anneciğim  biricik  kızının  çeyizine  kaldırmayı ta  o  zamanlar  aklına  koymuş. Tahmin edeceğiniz  gibi ben  zaman  zaman  çayımı  demleyip   incecik  fincanıma  dolduruyor, koltuğuma  kuruluyorum  ve anneanneciğimle  ilgili  binbir  güzel  anıyı  düşünerek  içiyorum çayımı.  Annem   çay  kahve  sevmediği  gibi,   içse  bile fincandan içmeyi sevmiyor,   ince  belli  cam  bardağı  tercih  ediyor.  Bir  çay  takımı  beni  nerelere  götürdü. Bir  kaç  eşya  daha  vardı resimlerini  koyup onlarla  ilgili anılardan  söz  edeceğim  ama  fazla  uzayacak  yazı ve  muhtemelen  sıkılacaksınız. Bu  kadarı  yeterli  olsun  diyorum..
Ben  de bu  mimi:


ve
gönderiyorum.

28 Kasım 2010 Pazar

Mutlu Son ! / Kör Kediciğimiz Yeni Yuvasında

Bugün Antalya'da olağan üstü  güzel  bir gün  yaşanıyor. Pırıl  pırıl ılık  ve  tertemiz  bir hava  ile  uyandık.
Sabah erkenden,  elimde  taşıma  kutusu  ile kör  kedimizin yaşadığı  yere gittim. Arkadaşım Yasemin  Hanım  da gelecekti. Şansım  öyle  yaver  gitti  ki,  oradaki  kedi  grubunu  benden  önce  tanıyan bir  hanım bahçede  kedilere  mama  veriyordu. Ona  durumu  anlattım,  çok  sevindi,  kendine  alışık  olan  kediciği  yakalayıp  boxa  koydu. Zaten  oldukça  sakin  bir  hayvancık, zorluk  çıkarmadı. O  sırada  yardım edecek olan arkadaşım  da  gelmişti..Eve  geldik.

 Bizimkiler  meraklı  bakışlarla neler  olduğunu  anlamaya  çalışıyorlar..

Kahvaltı  faslımızdan  sonra  kediciği  alacak  olan  diğer arkadaşımı aradım,  yarım  saat  sonra  oradaydık. Zaten  akşamdan alışma  sürecini  geçireceği  yeri  hazırlamış. Plastik  sepetten ve bezlerden oluşan yatağı, çiş  yeri,  mama  ve  su  kapları  kediciği  bekliyordu. Kutudan  çıkarır  çıkarmaz:
''Sen  benim  Siyah  İnci'm  olacaksın'' deyince  adı  da konmuş oldu. İnci birazcık  ürkek  olsa  da  hiç  yabancılık  çekmeden koklayarak  orayı  tanımaya  çalıştı. Sepete  girip  yattı.



Kedicikte bir  panik  durumu  hiç  olmadı,  birazcık  etrafı tanıma  çabası  dışında  oldukça  rahattı.


Sonra  evi  tanıma  ve  kucak  fasılları  başladı:




27 Kasım 2010 Cumartesi

25 Kasım 2010 Perşembe

Bu Mim Farklı Bir Mim


Bugün, Blog yazarı Sevgili  Defne Soysal bana bir mim göndermiş. Kendisine teşekkür  ediyorum. Açıkçası birazcık  tedirgin  olurum bana mim gönderilince. Tıpkı  Defne gibi  ben  de sözcük  anlamını  çözmeye çalışmış, sonra  da mimlemek fiilinden gelen işaret anlamında  bir kelime  olduğuna karar  vermiştim. Sözcük  anlamı  her  ne  ise,  blog  dünyasında bir  yeri  var  bu etkinliğin. Blog yazarı  bazı  arkadaşların sosyal  bir  etkinliği olarak görsem de kime ne yararı  olacağı  tartışılabilir  bir  takım  soruları  yanıtlamanız  istenir.Ya da başka  blogların  linklerini  verip  bir tür  zincirleme tanıtım  görevi  üstlenmeniz gerekir.  Şimdi,  sizi okuyup izleyen  blog  yazarı  arkadaşınız bir  de fazladan bu  tür  bir etkinliğe dahil  etmek  istemişse  elbette yanıtsız  bırakmak  nezaketsizlik  olur ama o  soruları  yanıtlamak  da  içinizden  gelmeyebilir. Buna  da  sözüm  yok. Hatta ''Mim ya da  ödül göndermeyin!'' uyarısı içeren  animasyonlu yazılarla  kibarca  reddedenlere de saygı duyuyorum.

Ama, bu  bana  son  gönderilen  mime  doğrusu  hiç  bir  diyeceğim  yok. Çünkü  içeriği ve  işlevi çok  hoş. Kitapla  ilgili  bir  mim  bu.  Yani  tam benlik ve  neyseki  topu  topu  üç kişiye  iletilecekmiş. Reddedilme çekincesi  üçle  sınırlı  olunca  daha rahat  gönderebilirim:) Şimdi  içeriği açıklayayım;

"Kitaplığınızın karşısına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin. Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız  ( ya da hediye gelmiş  de olabilir) anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz,  hatırlayın. Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu! 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blog sayfanıza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin."
 
İşte  talimatlar  böyle.

Ben  de dört  ayrı  üniteden  oluşan  kitaplığımın beni  en çok etkileyen  kitapların  bulunduğu  rafına  uzandım.  Biraz  torpil  yapmış  oldum  o  kitaplara ve  gözlerimi  kapayıp bir kitap seçtim. Eğer  raf  tercihi  yapmasaydım mesleki bir  yapıt ya da Almanca  bir  kitap seçme  olasılığı  olacaktı.
Bakın  ne  çıktı?

Tüm  yapıtlarını  sular seller  gibi  okuduğum,  okurken  bambaşka dünyalar keşfettiğim Jack London'un beni  en  çok  etkileyen deneysel romanı Uçurum İnsanları ..

Kitabı  ne  zaman satın  aldığımı  anımsamıyorum. Sanırım  oğlumun  üniversitede öğrencilik  yıllarında  aldığı  yüzlerce  kitaptan  biri  olarak  kolilerle  geldi  ve  kitaplığımızdaki yerini  aldı. Beraberinde  yazarın  Türkçe'ye çevrilmiş  diğer yapıtlarından  bir  kaçı  daha  vardı. Birini  okuyunca (sanırım  ilk okuduğum Martin Eden'di) diğerlerini  de bir  solukta  okumuş, hatta bulabildiğim  ne  kadar Jack London yapıtı  varsa  almıştım.

Şimdi 55. sayfayı açıyorum. Çünkü  mim konusu  olarak  bu  sayfadan  bir  parağraf  yazacağım.

Yalnız  bunu  yapmadan  önce  size  kitapta  anlatılanlar hakkında  küçücük  bir  ipucu  vermek  istiyorum. Jack London bu yapıtında işsiz bir  gemici kılığına girerek yaşadığı Londra'nın Doğu Yakası'nın gerçek  yaşamını  anlatıyor. Tam  anlamıyla  deneysel  bir  roman.

55. Sayfadan yaptığım  alıntı  aşağıda:
''Heyecanla önümüzdekileri saydık. Otuz dört kişiydik. Çevremdeki insanların yüzlerine düş kırıklığı ile birlikte sonsuz bir keder çöreklendi.Hiç de hoş bir şey değildir, aç ve parasız olarak koca bir geceyi sokaklarda karşılamak. Oysa bizler tüm umutsuzluğa karşılık hala umutlanıyorduk. Kapının dışında on kişi kaldığımız zaman görevli geri çevirdi bizi.''

Yalnız  şu  kadarını  söylemeliyim  ki,  kitabın  tamamı  bu  paragraftan  çok  daha  etkileyici  betimlemelerle  dolu.  Uçurum  insanlarını  okurken, açlığı  çaresizliği,  korku  ve  umutsuzluğu,  parklarda, sokaklarda, yoksul evlerinde  yaşayan  uçurum  insanları  olarak  hissedeceksiniz.
  Şimdi  işin  zor  kısmı; üç  kişiye yönlendirmemiz  gerekiyormuş  bu  mimi. Üstelik  kuralları  da  varmış:
1- Mimlenenler mimi cevaplamak zorundadırlar, mim bozulamaz.

2- Mimin bozulması teklif dahi edilemez.

3- Mim yalnızca 3 kişiye gönderilebilir.

4- Karşılıklı mimlemeler yasaktır.

5- Mim, her bir blog için sadece bir kez cevaplanabilir.

6- Mim kurallarının ilk 6 maddesi değiştirilemez."

Şimdi de ben bu mimi çok sevgili blogger dostlarımdan
 




gönderiyorum.. Ama  yanıtlamak  isteyen  herkes  yanıtlayabilir. 

23 Kasım 2010 Salı

Sevgili Öğretmenim !




Bazı  meslekler  vardır, tesadüfen  edinilen  ve  sevmeden ,  gönül  vermeden de yapılabilen. Sabah  sekiz, akşam  beş rutini  ile  bir  şekilde  yapılır  görevler. Yaşam  devam  ederken  sürdürülmelidir, çünkü gelir  kapısıdır.

Ama  bizim  mesleğimiz  öyle  mi?



Ülkemizde, Başöğretmenimiz Atatürk'ün  ilkeleri  ve yol göstericiliği ışığında  görevini yapan, okuyan, yazan, sevgi dolu  öğretmenlerin  hep  olması  dileği ile... 

Que Sera Sera / Doris Day

Yaşı  EPEYCE! olanlar ve eski filmlere meraklı  olanlar bilirler. 1950'li ve 60'lı yılların sinema oyuncusu Doris Day, şarkı söyleyebilen, dans edebilen, en çok  da  Rock Hudson  ve Gary Grant'la yakıştırılan çok sevilen bir  oyuncuydu. Bence kendinden sonraki romantik komedilerin ilham  kaynağı  olmuş bu  tatlı  kadın.


Doris Day özellikle de Alfred Hitchcock'unThe Man Who Knew Too Much filminde söylediği "Que Sera Sera" adlı şarkıdaki unutulmaz yorumunu ile dünya sinema seyircilerinin hafızalarında yer etmiştir.

Get this widget | Track details | eSnips Social DNA

22 Kasım 2010 Pazartesi

Niran Ünsal'ın Sabah Kuşağındaki Büyük Gafı


 Bu  sabah bir  yandan ev  işleri  ile  uğraşıyorum  diğer  yandan  izlemesem  de  tv. ye kulak  kabartıyorum. Çünkü evde bir  ses  olsun  diye  açtığım televizyonda,  sabah  kuşağı programlarından birinde Petek  Dinçöz, sesini, yorumunu sevdiğim  Niran Ünsal'ı konuk  edeceğini  duyuruyor...

 Az  sonra  telaşla  geliyor Niran Hanım. O  bildik sohbetimsi  konuşmalar  başlıyor  müzik  faslından  önce. Müzikle  ilgili  kısa sohbetten sonra, Petek Dinçöz,  çok lazımmış  gibi Niran Ünsal'ın  özel  yaşamı  ile ilgili  bir  şeyler  söylüyor  ya  da  soruyor. Tam  olarak anımsamıyorum; çocuklardan vs  bahsediliyor.. Derken birlikte  olduğu  insandan söz  açılıyor. Petek  Dinçöz ''nişanlınız ya  da birlikte  olduğunuz  kişi''  benzeri  bir  şeyler söylüyor  ama  Niran Ünsal  öyle  bir itiraz  ediyor  ki; ''o  kişi  benim eşim'' diyor.
Petek Hanım:
-Evlendiğinizden  haberim yoktu, özür  dilerim',  diye açıklama yapıyor.
Niran Ünsal :
  -Evet,  evlendik,
diyor  ve  ekliyor:
-Henüz  resmi  nikahımız  yok,  ilkbaharda  bir  kır  düğünü  yapacağız  ve  o  zaman  nikahımız  olacak,
diyor..
Ve devam ediyor:
-Ama  dini  nikahımız  var,  yurt dışında  nikahlandık (yer  çok  önemliymiş gibi)  ve  ben Allah'ın nezdinde  İbrahim'in  karısıyım,
 diyor...
Şaşırıp  kalıyorum..Oldu mu  şimdi  Niran Hanım? Yasalarımızda  evli  olmanın  bir  tanımı  var  ve bu  tanıma  göre  resmi  nikahı  olmayan  çiftler  evli  sayılmıyorlar. Bunu  bilmiyor olabilir  misiniz? Dini  nikaha sözümüz  yok, resmi  nikahtan  sonra yaptırın elbette  ama nasıl  bu  şekilde, '' biz  evliyiz''  diyebiliyorsunuz?

Zaten  telefonla  programa  katılan  izleyicilerden de tepki gösterenler oldu  ve Petek Dinçöz  durumu  kurtarmaya  çalıştı  ama olan  olmuştu.

Bu söylemler  size  hiç  yakışmadı. Keşke  dini  nikah  konusuna  hiç  girmeseydiniz,  kimse  sizin  kiminle  ne  yaptığınızı eleştirecek  değil.  Daha  sonra  farklı  konularda bilmiş  bilmiş yaptığınız açıklamalar  da  son  derece  anlamsız  geldi.  Oldukça  fazla izlenen  bir  kuşakta ,  pek  çok  insana  örnek  olması  gereken  kişilerin verdiği  mesajlar  da  doğru  ve  tutarlı  olmalı.

Olmadı Niran  Hanım,  olmadı!!

Tığ İşi Battaniye / Crochet Blanket

Tığ işi battaniye örmeyi  çok  sevdim. İkincisi de bitti. Yumuşacık yünlerden  yapılan  battaniyeler  hem  dekoratif hem de sıcacık  oluyor. Her ikisi  de  aynı  renklerden  oldu.  Bir daha yapabilirsem  farklı renkler seçeceğim.

Biraz  sabır istiyor ama  işte sonuç:





21 Kasım 2010 Pazar

Balkonumda Sonbahar Keyfi






Balkonumda bu  mevsimde bile açan begonvillerim, sardunyalarım, özellikle  kasımpatılarım, güzel kokuları ile  keyif  veren fesleğenlerim ve açma  hazırlığında olan yılbaşı çiçeklerim  beni çok mutlu ediyorlar.  Bu  güzellikleri yaşamak için biraz  emek, sevgi  ve ilgi gerekiyor. Karşılığı ise  huzur  ve görsel bir şölen olarak size  dönüyor.

19 Kasım 2010 Cuma

Sokakta Yaşam Savaşı

Bu  fotoğraflara iyi bakın lütfen!
Sokakta  beslediğim  onlarca güzel kedicikten  biri değil  mi?

Şimdi; 
daha yakından  bakın, hatta fotoğrafın üzerine tıklayıp  orijinal boyutunda bakın.


Bu  kediciğin  her  iki  gözü  de yok. Nasıl  bu  hale geldi,  kimler  neden  oldu bilmiyorum  ama bir  süredir  aklım,  yüreğim  hep  onda. Sağlıklı olanların  bile  sokakta  pek  şansı  yok,  binbir  güçlükle  savaşmak  zorundalar. Bu  hayvancağız kör  olarak karnını  doyurmak, su bulmak, tehlikelerden  korunmak  zorunda. İlk  gördüğümde  şoke olmuştum. Başını  kaldırıp  kulaklarını  seslere  doğru çeviriyor  dikkatle  dinliyordu. Önce  benden  korktu  ama mama  ve  suyunu  yanına  bırakıp  yavaş  sesle  onunla  konuşunca  kaçmadı.

Ertesi gün  ve daha  ertesi  gün  de  aynı  yerde  bulunca  az  da  olsa  içim rahatladı. Şimdi  düzenli  olarak mamasını  götürüyorum.  Ancak bu  tür  özel  durumlarda yardımlaşmak ve destek  şart.  Eğer  ben  rahatsızlanırsam  ya  da çok  önemli  sorunlarım  çıkar  da  gidemezsem ilgilenecek  birileri olmalı.
Diğerleri  başının  çaresine  bakabilir  ama o  özel  bir konumda.

Aslında sokakta yaşam  savaşı  vermesi çok  acıtıcı  bir durum. Onun  ev  ortamında  sevgi  ile  bakılması  lazım. Zaten  ilk  düşündüğüm  onu  eve  getirmek  oldu  ancak bizim  evin  durumu  malum;  bir  kedi  bir  köpek  ve çok  küçük  bir  apartman  dairesi.  Bir  de  kör  kediciği  alırsam barınak  olma  yolunda çaresizce  ilerleyeceğiz. Başedemeyeceğim  sorunlar ortaya  çıkacak.

İşte  böyle  dostlar,  ilgilenen  olursa kediciğin  yerini tarif  ederim. Antalya'da  yaşayan blog  yazarı  arkadaşlarımdan  ve  okurlarımdan  destek  ve yardım  bekliyorum.

17 Kasım 2010 Çarşamba

Termessos Dağ Yolunda Yürüyüş / Termessos Travel

Bugün Antalya'da hava  çok  güzeldi. Biz de ailece Termessos Antik Kenti'nin de bulunduğu Güllük Dağı'nda piknik yapmaya  karar  verdik.

Günün  en  güzel etkinliği  dağ yolunda tam iki saat  süren yürüyüşüm oldu. Minik'le birlikte bu dağ yolunda yürüdük ve bol  bol  oksijen depoladık.







Orası aynı zamanda  bir  Milli Park.  Ormanın belirli  bölümlerinde koruma altına  alınmış alageyikler ve yaban keçileri   barınıyor.   Bu  ağaç kuleler   hem  kaçak avcılar hem de yangın olasılığı için  kontrol amaçlı gözetlemeler için yapılmış.

Güllük Dağı'nın florası ve faunası çok zengin, çok güzel. Ben  ancak yol  kenarındaki bitkileri  görüntüleyebildim. Hayvancıkları çekemedim ne yazık  ki.










Termessos'da  doğa  mükemmeldi .  İnsanlar  doğanın  kucağında  rahat  etsinler  diye  her  ayrıntı  düşünülmüş. Otopark, piknik ve kamp alanları, lokantası, çocuklar için oyun yerleri  vs oldukça  iyi  düzenlenmiş  ama ne yazık  ki değer bilmez  insanımız  yine  yapacağını  yapmış. Özellikle  piknik alanı olarak değerlendirilen  ormanlık alanın  iç kısımlarında pet şişeler,  naylon  poşetler ortalığa  saçılmış. Çöp kutuları  ve konteynerları  olduğu  halde..O  atıkları etrafta  görünce içim  sızladı ...

Yine  de yolunuz  Antalya'ya düşerse bu  muhteşem antik kenti ve ulusal parkı  mutlaka  görmenizi tavsiye  ediyorum. Hem  doğal  güzelliklerle  büyüleneceksiniz hem de antik kentin kalıntıları arasında geçmişe  gizemli  bir  yolculuk  yapacaksınız
ULAŞIM:
Akdeniz Bölgesinde, Antalya ili Korkuteli ilçesi sınırları içinde ve Toros Dağları üzerinde yer alan Milli Parka Antalya-Korkuteli karayolu ile ulaşılır. Milli Park, Antalya'ya 34 km. uzaklıktadır.