
Ağaca, çiçeğe, börtüye böceğe, toprağa, hatta taşa, kayaya düşkünlüğüm çocukluğumdan beridir. Gerçek bir köy yaşamını hiç tatmadım ama böyle bir yaşama yatkın biri olduğuma inanırım.
Küçücük bir kızdım; minik teneke kutularda çiçeklerim, anneannemin bahçesinde meyve çekirdeklerini dikerek büyüttüğüm ağaçlarım vardı.
Sonraki yıllarda öğrenciliğim sırasında ve daha da uzunca süren apartman yaşamında, bu keyiflerden uzak kaldım istemeden. Nihayet yeniden kendi çapımda pastoral aşkımı taze tutabileceğim bir ortamım oldu.
Dün iki bahçevan çim taklidi otlarla dolu bahçemi az çok ıslah etmeye çalıştılar. Kocaman iki çim biçme makinesi ile karmakarışık hale gelmiş olan sözde çimlerimi biçtiler. Ben boş durur muyum, makinenin ulaşamadığı kenar köşe yerlerdeki otları kocaman bir bahçe makası ile kesip, ağaçların diplerindeki yabani otları temizledim. Üstelik bu işleri bahçe eldivenlerim eskidiği için eldivensiz yaptım. Bu yüzden özellikle sağ elimde su kabarcıkları oluştu, patlayınca ıstıraplı bir durum ortaya çıktı. Bu olay beni yıllar öncesine götürdü;
Kız Öğretmen Okulu'nda öğrencilik yılllarımda, epeyce yüklü bir ders programımız vardı. Fen , sosyal ve yabancı dil grubu dersleri yanısıra meslek derslerimiz de oldukça ağırdı. Ayrıca müzik, resim, beden eğitimi dersleri de asla göstermelik değil, gerçekten eğiten, öğreten derslerdi. Ancak bir dersimiz vardı ki, ilk uygulamaya konulduğunda beni heyecanlandıran, sonrasında ise tam bir fiyasko olan tarım dersiydi. Çünkü her dersin öğretmenleri, en yeterli en elit öğretmenlerdi ama zavallı tarım dersinde gerçekten tarım uzmanı olmayan rastgele kişiler öğretmenlik yapıyordu. Rastgele dediysem; ders saati az olan herhangi bir öğretmeni tarım öğretmeni olarak görevlendiriyorlardı. Hiç olmazsa bir ziraat mühendisi ya da teknisyeni yapsaydı bu işi ama ne görevlendirilen öğretmenler tarımdan anlıyorlardı, ne de biz doğru dürüst bir şeyler öğreniyorduk. Tek yaptıkları ince bir kitaptan teorik bilgiler okutmak, arıcılık, tavukçuluk vs. konulu ödevler vermekti. Bir de okulun genişçe bahçesinde öğretmen lojmanları olarak kullanılan üç dört katlı binanın yakınlarını bize kazdırıp taşlarını yabani otlarını temizletmeleriydi. Sonra da birilerine sebze meyve ektiriyorlardı galiba. Eldiven falan yoktu tabii ki. İşte o günlerde ellerimizde bu tür yaralanmalar olmuştu. Üstelik bu amelelikten öte gidemediğimiz dersin notla değerlendirilmesi de hiç adil değildi. Hiç unutmuyorum, son seneydi galiba, matematik öğretmenimiz Şükriye Hanım giriyordu tarım derslerimize. Bahçe kazma performansımıza not verecekti. Ufak tefek bir kız olarak boyumu aşan bel küreğine öyle bir yüklenmiştim ki... İyi not almak istiyordum, çünkü diğer notlarım oldukça yüksekti ve ben seviyordum bu işleri.. Öğretmenimiz sıra ile değerlendirmeye alıyor, dudaklarını büzüp başını hafif yana eğerek bakıyor ve not veriyordu. Biraz inceleyip gözlerini devirerek bakışlarını uzaklara kaydırıp '' yedi! '' dedi. Oysa o bölümü günlerdir kazan, kaytarmayan, elleri su toplamış bir kaç sorumluluk duygusu gelişmiş öğrenciden biriydim. Çok az iş yaptığı halde sırf iri yarı olduğu için ve sadece öğretmenin başımızda olduğu anlarda çalışıyor görünenler dokuzları onları kapmıştı:)) Eee, bizim toplumumuzda çok yadırganacak bir şey değil bu ama çok içerlemiştim doğrusu..
Neyse, bu göstermelik tarım dersleri bize hiç bir şey kazandırmadı belki ama anneannemle dedemin bahçesinde yetişen enfes güller, ortancalar, her tür meyve ağacı, büyük asma çardağı, ortadaki beyaz badanalı, etrafı teneke kutulara dikilmiş zambaklarla dolu havuz, komşulara dağıtılan sepet sepet üzümler, kayısılar, bahçedeki kediler, kirpiler, kaplumbağalar, bir köşedeki kümeste bakılan tavuklar benim bahçe, ağaç, çiçek, böcek aşkımı hep canlı tuttu.. Ne günlerdi o günler:))
Not: Bir zamanlar Antalya'nın göbeğinde Bahçeli Evler denilen bir semtte böyle cennet bahçeleri olan evceğizler vardı. Şimdi yerlerinde yeller değil de egzoz dumanları esiyor. Kocaman apartmanlarla doldu her yer.