29 Ekim 2008 Çarşamba

Biyografi / Şükufe Nihal



Şükufe Nihal şair, eğitimci, gazeteci, yazar ve aktivist..( d. 1896, İstanbul - ö. 24 Eylül 1973, İstanbul), Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük toplumsal değişimler geçirdiği bir dönemde yaşadı. Edebiyatçılığının yanı sıra, sosyal çalışmaları ile ‘’Cumhuriyet Kadını’’ kitaplarında kadının sesini duyurmayı başaran ancak özel yaşamında mutluluğu yakalayamamış biri. (Aralarında Faruk Nafiz Çamlıbel, Nazım Hikmet’in de bulunduğu hayranlarına rağmen ) O nihayetsiz aşkların kadınıydı...
Odasından hemen hemen hiç çıkmayan, içine kapanık, sessiz biriydi Şair Hanım…Üniversitenin ilk kadın talebesi ve ilk kadın mezunu olmuştu. Eski yeşilçam filmlerini aratmayacak dramatik yaşamı huzurevinde sonlanmış ve yaşamının sonuna dek hüzünlü ama zarafetinden hiçbir şey kaybetmemiş bir hanımefendi oldu.İpek gömleği, saçlarına taktığı sedef tokası ile ve uzun eteği ile.. Boynunda hep tek sıra inci kolyesi olurdu..
Çok tanınmış bir şairdi döneminde. Hele ‘’İnanma’’sı, az mı söylenmişti;

‘’Bir salgın alevsin içimde bu gün
Yakmaya en sönmez yerden başladın
Eriyip sönersem ancak büsbütün
Sevmiş diyeceksin beni bu kadın’’

diyerek, az mı naz etti , zarif hanımlar eşlerine…

Kadın ruhunun inceliklerini sergileyen şiirleri, giyimi, kuşamı, duruşu ile hayran olunan, vatanseverliği ile, her hali ve tavrıyla gencecik cumhuriyetin ideal kadınlarından Şükufe Nihal, Bakırköy’de unutulmuş, umutsuzlanmış şekilde, bir huzurevinde yaşamak ve orada ölmek zorunda mıydı? Saygılar Şükufe Nihal..





Severek Okuduklarımdan / Roman / Beyaz Diş





Beyaz Diş(1906) Jack London'un şaheser romanı. Roman ilk kez seri halinde, 1906 mayısından, ekimine kadar The Outing Magazine adlı dergide yayınlanmıştır. Kitap birçok dile çevrilmiş ve bir çok yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Alışılmışın dışında bir roman kahramanı vardır bu yapıtta; ilkel bir dünyaya kavuşmak için uygarlıktan kaçacağı yerde, insanların arasına katılan vahşi bir köpeğin acı, buruk, şaşılası bir yaşama tutkusu ile dolu çarpıcı öyküsüdür bu öykü.

London, bu yapıtında da, en önemli özelliği olan, gözleme ve deneyime dayalı o yalın gerçekçiliğini ustalıkla kullanmış. İnsanın insanla olan ve doğayla olan savaşını, acımasızlığını, yarı kurt, yarı köpek olan bir canlının gözü ile destansı bir boyutta anlatmış.
Daha önce kaleme aldığı Vahşetin Çağrısı’nın devamı sayılabilecek bu sürükleyici romanı okumanızı öneriyorum.
İsmet Şahin


Yaşamdan / Yeniden Merhaba


Bu sabah, yasemin kokulu, begonvilli ve bol oksijenli bir yürüyüşten sonra eve dönünce hoş bir sürprizle karşılaştım. Geçici bir süre kapalı olan blog sayfamı yeniden yayımda görmek, beni mutlandırdı. Sevgili okurlarımdan gelen e-postalar ve yakın dostlarımdan aldığım telefonlar, bu sayfaların takip edildiği ve sevilerek okunduğunu gösteriyordu. Özellikle kitap severlerin ve nostaljik müzik tutkunlarının ilgilerine yürekten teşekkür ediyorum.
Tahmin edeceğiniz gibi birikmiş bir çok konu var. O halde, güzel paylaşımlara ''kaldığımız yerden devam'' diyorum. En içten sevgilerimle.




21 Ekim 2008 Salı

Sinema / Unutulmaz Yeşilçam Replikleri









Yıllar öncesinin kısıtlı olanakları ile çekilmiş Yeşilçam filmlerini kim anımsamaz ki.. Hele o oyuncular değişse de değişmeyen seslerle söylenen ve belleklerde yer etmiş, Yeşilçam filmi replikleri unutulur mu? Kuşaklar boyu, aşklar, hayal kırıklıkları, düşler bunlarla anlatılmadı mı? Gün geldi, Yeşilçam senaristlerinin yarattığı bu cümleler yeni kuşaklar tarafından espri konusu yapıldı. Ama ne olursa olsun, o unutulmaz film kareleri ile birlikte, bunların hiç biri unutulmadı..
"Biz ayrı dünyaların insanıyız."
"Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla.."
"Anneciğim, ben bu amcayı çok sevdim. Ona baba diyebilir miyim?"
"Canımın içi babacığım, doğruyu mu söylüyorsun?"
" Parayla saadet olmaz evladım, bunu sakın unutma "
" N'ayır, n'olamaz! "
" Turist Ömer derler benim adıma, pişman olur bakmayanlar tadıma. "
" Senin annen bir melekti yavrum "
"Durun, siz evlenemezsiniz, çünkü kardeşsiniz. "
"Yoksa sen de Çitlenbiğin annesi misin? O da benim gibi annesiz. Sen de onun annesi olur musun Kara Nine? O da senin gibi kapkara."
"Üstlendiğin vazife çok mühim Kemal, bu görevi layıkıyla yapacağından eminim."
"Amca, size baba diyebilir miyim? "
" Kelaaaj! "
" Pişman mısın yavrum? "
" Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da."
" Sizi ebediyete kadar bekleyeceğim "
" Hatırlar mısınız, bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı "
" Sonsuza kadar seni bekleyeceğim."
" Bana yıllar önce çılgınca sevdiğim bir kadını hatırlattınız..."
" Bizim bu dünyada yaşamaya hakkımız yok mu be hakim bey abicim "
" Evlenince pembe pancurlu bir evimiz olacak."
" Ben herşeyi ayarladım canım sen kızı getir yeter. "
" Nen var kuzum? "
" Nalan'ın ağlattığını Handan güldürecek."
" Seni sevmiyorum, seninle oyun oynadım, bunu anlamadın mı hala."








17 Ekim 2008 Cuma

Severek dinlediklerimden / Ta Mavra Matia Su






Bu gün sizlerle paylaşmak istediğim ; komşudan bir ezgi var; sözü ve müziği Yunanlı Agelouas ve Merobizani'ye ait olan Yunan şarkısı. Nilüfer'in Sensiz Olmaz albümünde yer alan ''Taa Uzak Yollardan'' adlı şarkının da orjinali; Ta Mavra Matia Su. Ziynet Sali de Yunanca ve Türkçe şarkıları söylediği Amman Kuzum adlı albümünde söylüyor; güzel de söylüyor.
Ta uzak yollardan
Koştum geldim senin kollarına
İçimde yanan hasretinle ben
Baktım durdum senin yollarına
Sensizlik bir ölüm sanki
Haykırsam göklere
Şimdi yanımda
Beni benden çok seven
Dünyalar benim olsa
Yinede istemem
Yanlız sensin benim yüzümü güldüren
Bir rüzgardı esen
Ayrılıklarla bizi kahreden
Gözlerimde tüten bir aşktın sen
Yıllar yılı bitip tükenmeyen
Çok özledim seni ben
Haykırsam göklere
Artık yanımda
Beni benden çok seven
Dünyalar benim olsa
Yinede istemem
Yanlız sensin benim yüzümü güldüren
Şıkır şıkır Greek ezgileri, güzelim Akdeniz enstrümanları ile yürekleri titretiyor. Hem hüzün hem de ışıldayan bir yaşam var bu şarkıda. Eee, ne de olsa bir Akdenizli. Yunanlı sanatçılardan da bizden seslerden de dinlemekten zevk aldığım bu şarkı ile birlikte keyif almaya ne dersiniz? Keyifli dinlemeler..

     Get this widget |     Track details  |         eSnips Social DNA   

Mimari / Nail Çakırhan Evleri





Bu gün size yaratıcı ve çok yönlü bir mücadele insanından söz edeceğim. Şiir ve mimari onun yeteneklerinin farklı alanlardaki görüntüleri. Gençlik yıllarında şair, daha ileri yaşlarda ise mimar olarak üreten, yapıtları ile unutulmazlar arasına giren bir yetenek..
1910 yılında Ula’da doğmuş. O yıllarda tipik bir kasaba olan Ula, bozulmamış sosyal ve kültürel dokusu ile, sevecen insanları ile derin izler bırakmış Nail Çakırhan'da. Kişiliğinin, düşünce yapısının, yaratıcılığının ilk tohumları bu kaynaktan. Bir de doğaya olan tutkusundan. Bu renkli kişiliğin biyografisini mutlaka araştırıp okumanızı öneririm. Özetin de özetini verecek olursak; 12 yaşında ilk şiirlerini yazmaya başladığını, tıp eğitimini yarıda bıraktığını, bir süre Sovyetler Birliği’nde ekonomi ve politika okuduğunu, Arkeolog Prof. Dr. Halet Çambel ile evlendiğini söyleyebiliriz.

Mimarlık Öyküsü
1970'te, doktor tavsiyesine uyarak eşiyle birlikte Akyaka'ya gider. Dinlenebilecekleri, huzur içinde çalışabilecekleri bir eve gereksinim duyarlar. Akyaka'da iki dönüm toprak alır ve iki ustanın yardımıyla inşaata başlar. Geleneksel mimarimizin özelliklerini günümüz koşullarıyla buluşturan, çevreyle doğayla bütünleşen bu küçük ev harikulade estetiği ile hayranlık uyandırır görenlerde. Peş peşe talep gelmeye başlar.Yakın dostları, arkadaşları kendileri için de ev yapmalarını isterler. Ardından turizmciler... Hiçbirini kıramaz.
1983'te, aklının ucundan bile geçmeyen bir sürprizle karşılaşır. Dünyanın en saygın mimarlık ödüllerinden Ağa Han Uluslararası Mimarlık Ödülü verilir Çakırhan'a. Mimarlık eğitimi almamış, kendi kendini yetiştirmiş birinin böylesi önemli bir ödüle layık görülmesi akademik çevreleri ayağa kaldırır. Mimarlıkta alaylı-mektepli, geleneksel-çağdaş tartışmaları yıllarca sürer.
Ödülden gelen parayle Muğla'daki eski bir hanı Kültür Evi olarak restore eder. Ardından otel inşaatları, Letonia, Montana gibi büyük tatil köyleri gelir. Akyaka, Dalyan, Bodrum, Muğla, Datça, Fethiye'deki birbirinden güzel yapılarıyla geçmişin değerlerini günümüze ve geleceğe bağlayan bir ad olarak efsaneleşir.
Sade, alçakgönüllü bir insan Nail Çakırhan. Gülüşünde çocuk ışıltıları dolaşan Ula'lı bir halk adamı... Evrensel bir aydın... Güzelliğe açık herkese pay dağıtan bir şair mimar... Hayalleri, yaratma gücü, üretme arzusu hiç tükenmeyen 86 yaşında bir delikanlı.
NOT: NURSEL DURUEL'in kaleminden Nail Çakırhan yazısı "Daha Çok Onlar Yaşamalıydı" kitabından alınmıştır.(1996)
11 Eki 2008'de Nail Çakırhan’ı kaybettik.
Saygılar Nail Çakırhan.




16 Ekim 2008 Perşembe

Severek Dinlediklerimden / Jean Francois Michael / Cupable



Bu sayfalarda sizlerle nostaljik müzikleri paylaşmam, planladığım bir şey değildi.. Begonvilli Ev’de yaşamın renklerinden biri olan müzik, tür ve dönem olarak, asla sınırlayamayacağım bir alan. Ancak bir dönemin iz bırakmış olağanüstü seslerinden ve müziklerinden bir kez söz edince, arkası kendiliğinden geliyor. Düşünsenize; Demis Roussous’tan söz edip de Tom Jones’u atlamak olur mu? Jan Francois Michael’i dinlemeden 1960’ ları, 70’leri anlatmak olası mı?
Bu gün sizlerle paylaşmak istediğim harika bir Fransızca şarkı var. Zaten Fransızca şarkıların yeri bir başkadır bende..Önce şarkıyı dinleyelim;
http://www.video75.com/WGlZgm1o0dD/coupable-jean-francois-michael/

suçlu
bir gun bir ilk olmaktan
seni suçlu olana kadar okşamaktan
seni kolarıma almaktan
sendeki yatan o kadını uyandırmaktan
kendimi suçlu hisediyorum
seni unutmaktan
suçlu, suçlu
suçlu
sevilmekten
suçlu, suçlu
sonsuza kadar suçlu
suçlu
ceza işlemekten
yani senin hayatında olmaktan
seninle onun arasında
gölge olmaktan suçlu,
suçlu, suçlu
sevilmekten
suçlu
seninle uzun zaman,
uzun zaman sevişmekten
düşünmeden yapmandan
sonsuza kadar tek anı olmaktan
ki kimse seni iyileştiremezse
evet suçluyum
seni unutmaktan suçlu,
suçlu, suçlu
sevilmekten suçlu,
suçlu sonsuza kadar
suçlu suçlu ceza işlemekten
yani senin hayatında olmaktan
seninle onun arasinda
gölge olmaktan suçlu,
suçlu, suçlu sevilmekten


Jean Francois Michael. bir dönem Türkiye'de yaşamış olan Fransız şarkıcı, 1960' ların muhteşem sesi ..Adieu Jolie Candy’’ ile çok sevildi ve ardından Coubable ile hit oldu..Harika sesi ve yorumu ile hala belleklerdedir. O yıllarda Coupable , Türkçe sözlerle Semiha Yankı tarafından da seslendirildi. Yine de orijinali kadar ses getirmedi. Buyrun nostaljiye; keyifli dinlemeler.
İsmet

Severek Okuduklarımdan, İzlediklerimden / Aytmatov / Selvi Boylum Al Yazmalım



Cengiz Aytmatov, ülkesinin dünya edebiyatına armağan ettiği bir değer olarak Kırgızistan’ın milli yazarı seçilmiş biri. Aragon, Cemile adlı öyküsü için ‘’dünyanın en güzel aşk öyküsü’’ diye yazmış. Babası oğlunun güçlü olmasını istediği için ona Cengiz Han’ın adını vermiş. Kırgızistan’ın kuzeybatısında Şeker Köyü’nde doğmuş. Dokuz yaşında babasız kalmış.Yaşam öyküsü birkaç paragrafa sığdırılamayacak kadar özgün ve dolu..Burada, bizde en çok sevilen‘’Selvi Boylum Al Yazmalım’’ dan söz edeceğim. Sinemaya uyarlanan bu yapıtı, Türk Sineması’nın devlerinden, Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Ahmet Mekin’in unutulmaz oyunculukları ile hafızalardadır. İlyas ile Asya’nın acıklı öyküsü... O öykü değil midir ki bizi ilk önce yüreğimizden vuran, sonra da sevdiğimizin ardından ‘’gitme’’ deme cesaretini veren...
http://video.eksenim.mynet.com/karizma_serkan/ALYAZMALIM_FINAL_SAHNESI/70074/
Yapıtları:
Dağlar Devrildiğinde-Ebedi Nişanlı (Son romanı - 2007)
Darağacı - Dişi kurdun Rüyaları (Плаха, 1988)
Gün Olur Asra Bedel ,(Kırgız Türkçesi Кылым карытар бир күн),(Rusça И дольше века длится день, 1980),
Fuji-Yama (Восхождение на Фудзияму, Fuji Dağının Tepesi 1973)
Beyaz Gemi (Kırgız Türkçesi, Ак кеме : Ak Keme) (RusçaБелый пароход, 1970)
Selvi Boylum Al Yazmalım , (1970)
Elveda, Gülsarı! (Прощай, Гульсары, 1966)
Dağlar ve Steplerden Masallar (Повести гор и степей, 1963)
İlk Öğretmenim (Первый учитель, 1962)
Cemile (Kırgız Türkçesi Жамийла, Rusça Джамиля, 1958)
Yüzyüze (Лицом к лицу, 1957)
Zorlu Geçit (1956)
Toprak Ana
Cengiz Han'a Küsen Bulut
Çocukluğum
Kırmızı Elma red apple

Kaynakça: Vikipedi Özgür Ansiklopedi

Ama artık Cengiz Aytmatov yok..Geçtiğimiz haziran , 79 yaşında yaşama veda etti. Gidilecek yollarda, dinlenecek öykülerde hep Cengiz Aytmatov’un sesi olacak kulaklarda. Saygılar Aytmatov.
İsmet

Okuduklarımdan / Uçurum İnsanları / Jack Londan




Jack London (1876-1916), ABD’nin ve Dünyanın en önemli yazarlarından biridir. Kısa yaşamına sığdırdığı, çoğu kendi deneyimlerine dayalı, olağanüstü serüvenlerle ve çok gerçekçi bir anlatımla dile getirdiği yapıtları Jack Londan’ı, dünya edebiyatının unutulmazlarından kılmıştır.
‘’Uçurum İnsanları’', inanılmaz bir deneyimin ürünüdür..Jack London, Londra’nın Doğu Yakası’ında, işsiz bir gemici kılığına girerek gerçek yaşamı gözlemlemekten öte, yaşayarak , eşsiz bir anlatımla okurlarına aktarmıştır. Londra’ da yaşanan ve şu an dünyanın bir çok yerinde yaşanmakta olan insanlık trajedisi, Bu yapıtta‘’Uçurum İnsanları’’ olarak nitelenen insanların verdikleri yaşam savaşı ile sosyal bir yaranın boyutlarını tüm çıplaklığı ile gözlerimizin önüne seriyor. Her yapıtını büyük hayranlıkla okuduğum London'ın bu romanını okumanızı öneriyorum.
İsmet

15 Ekim 2008 Çarşamba

Severek dinlediklerimden / Delilah / Tom Jones


Nostaljik müziklere tutkun olup da Tom Jones dinlememek olası mı?
Müzik dünyasının en kalıcı isimleri arasında yer alan Tom Jones, eşsiz sesi, sahne şovları ve karizmatik karakteri ile modern müziğin en saygı duyulan, takdir edilen ve sevilen sanatçılarının başında geliyor... Tom Jones, İngiltere’de 60’lı yıllara damgasını vuran pop akımı sırasında ortaya çıkan en popüler isimlerden biri. ''Gal Kaplanı'' ünvanıyla anılan Jones, sağlam bariton sesiyle bugüne kadar belleklerde kalmayı başarmış bir sanatçı. Önceleri pop, rock ve country müziğiyle gönüllerde taht kuran Jones, moda akımlara da uymasını bilen bir ses olarak öne çıktı. Son yapıtlarında trip-hop ve hip-hop parçalar bile var. Gal Kaplanı’nın hiçbir on yılı bir diğerine benzemiyor.

Tom Jones'un Delilah şarkısı ihtiras ve öfkeyle başlıyor. Sonunda ise pişmanlık var.
Geceleyin kadının perdesinde oynaşan 'aşk gölgeleri' görmüştür kahramanımız.
Öteki adamın ertesi sabah arabasına binip gitmesini bekliyor ve sonra kapıyı gülümseyerek açan kadını bıçaklıyor.
Kadın ölüyor mu? Orası belli değil. Kahramanımızın içinde bir şeylerin öldüğü kesin!..

Severek okuduklarımdan / Şiir / Rabindranath Tagore /


Rabindranath Tagore , Geleneksel Hindistan kültürüyle Batılı modernizmin birleştiren bir şairdir. Bu nedenle, günümüzde 'doğu ile batının arabulucusu' olarak anılmaktadır.
6 Mayıs 1861'de Kalküta'da doğdu.. Babası Maharshi Devendranath Tagore, varlıklı bir din adamıydı. Rabindranath, özel öğretmenlerden ders alarak orta öğrenimini yaptıktan sonra 17 yaşında Londra'ya gönderildi. Londra'da hukuk okudu. Burada edebiyat kültürünü geliştirdi. En çok etkisinde kaldığı edebiyatçı, doğaya yapıtlarında geniş yer veren İngiliz şair William Wordsworth'tür.
Hindistan'ın İngiliz Emperyalizminin boyunduruğundan kurtulması için büyük çabalar sarfetmiştir. Edebiyat alanındaki başkaldırısını yeterli bulmayıp, gençliğe yol gösterebilmek için okullar kurmuştur.. Bundan başka Bangadorshan adıyla edebiyat dergisinin başyazarı oldu. 1924'de Batı ve Hint geleneklerini kaynaştıran Vishna-Bharati Üniversitesi'nin oluşumuna yol açtı. Şiirleri ile çok sevildi ve okundu..
67 yaşında resim yapmaya başlamasıyla, kast ve emperyalist sistemlere karşıtlığı ve üstün yeteneğiyle dünyanın sayılı şairleri arasına girmiştir. 7 ağustos 1941'de doğduğu şehir Kalküta'da ölür.
Saygılar, Tagore !
İsmet
BENİM GÖLÜME GEL TESTİNİ DOLDURACAKSIN

Ben hep ayaktayım seni bekliyorum
Benim gölüme gel testini dolduracaksan
Göreceksin sularım ayaklarını öpecek
Aşkımı anlatacak, göreceksin
Bu gölgesi kumlara vuran yağmur bulutudur.
Siyah zülfün üstüne kaşın, gözün üstüne
Bu bir tutamlık yağmur bulutudur vuran
Ben hep ayaktayım seni gözlüyorum
Benim gölüme gel testini dolduracaksan
Tüm bayırı yaban çiçekleri sardı
Taze çime otur, yüzüne peçeni vurma
Sularım seni bekliyor bakıp düşe dalacaksan
Ben hep ayaktayım seni bekliyorum

Rabindranath Tagore

Bahçecilik / Begonvil, Gelin duvağı (Bougainvillea)



Bu gün sizlere, Akdenizli bir kraliçeden söz edeceğim. Mor, beyaz, pembe ve kırmızı renkler giymeyi sever. Nadiren de sarı ve turuncu..Akdeniz bahçelerinin zarif ve göz alıcı kraliçesidir. Üzerinden uzun süre eksik olmayan çiçekleri ile ilgi çeker. Adını, kendisini 1768 yılında Brezilya'da keşfeden (Avrupa'da tanınmasını sağlayan) Fransız amirali Louis Antoine de Bougainville'den almıştır. Tırmanıcı özellikte, çiçekli, ağaçsı bir bitkidir.Begonvilleri rüzgardan korumak gerekir. Ilıman iklim bitkisi olduğundan kışı soğuk geçiren yörelerde iç mekanda yetiştirilebilir fakat havasız kaldığı takdirde çiçeklerini dökecektir. Mekanın düzenli olarak havalanmasına dikkat edilmelidir. Gevşek bahçe toprağını sever. Eğer çok sulanırsa çiçeklerini döker. Üretimi anaç bitkiden alınan yarı odunsu yan sürgünlerle gerçekleştirilir. İlk dikildiği dönemlerde bol sulanması daha sonraları çiçeklenmeyi teşvik etmek amacıyla az sulanması gerekmektedir.Su isteği: Kışın normal, yazın ise su isteği çok fazladır. Yaz aylarında bilhassa yapraklara sıksık su püskürtmek gerekir. Nisbi rutubetli yerleri severler.
Isı isteği: Kış aylarında 8-10 C ısı isterler. Bahçede yetiştirilen türler için kış donlarına karşı önlem alınması gerekir.
Işık isteği: Aydınlık, yarı gölge, hafif güneşli yerlerden hoşlanırlar. Kapalı ve havadar olmayan salonlarda yaprak ve çiçeklerini dökerler.
Gübrelenmesi: 4-8. aylar arası haftada bir kez 2 gr. karışık gübre 1 lt. suda eritilerek verilir.
Kuvvetli güneşten sakınılmalı ve havadar yerleri seçip direk rüzgara karşı bırakılmamalıdır.Yaz boyunca, bahçenizde alımlı alımlı boy göstermesini, ya da balkonunuza , terasınıza tırmanarak göz alıcı renkleri ile yaşamınızı renklendirmesini istiyorsanız, bu güzel bitkiyi bir seradan köklenmiş olarak da alıp dikebilirsiniz. Yaşamınız begonviller gibi renkli olsun.


14 Ekim 2008 Salı

Severek dinlediklerimden / Alguien Canto


Bu gün yine nostaljik esintiler var müzik sayfamızda. Özellikle Matt Monro’nun yorumu ile çok sevilen, 1960 ların unutulmaz romantik şarkısı Alguien Canto.(Müzik: J. Fuchsberger, Udo Jürgens Alguien Canto) Hani şu Sinatra’yı taklit etmekle haksız yere suçlanan ama yine de büyük bir hayran kitlesi olan 1930 Londra doğumlu, harika sesli söz yazarı ve yorumcu..Daha sonra bir çok sanatçı tarafından seslendirilen şarkı , bizde de Türkçe sözlerle müzikseverlerin beğenisine sunuldu. 1960'lara gelinceye kadar Türkiye'de pop şarkılar Türk şarkıcılar tarafından orijinal dillerinde yani İngilizce, İspanyolca, Fransızca ve İtalyanca söyleniyordu. 1961 yılında Fecri Ebcioğlu ilk kez Fransız pop şarkıcısı Bob Azzam'ın C'est écrit dans le Ciel adlı parçasına Türkçe sözler yazıp Bak Bir Varmış Bir Yokmuş adıyla İlham Gencer'e söyletmesi ile aranjman akımı başlamış oldu. Bu parça Türkçe söylenmiş ilk pop şarkısıdır. Şarkı büyük bir ilgiyle karşılanınca devamı çığ gibi geldi. Alguien Canto da, yine aynı yıllarda Fecri Ebcioğlu tarafından Türkçeleştirilerek , Ajda Pekkan tarafından seslendirildi. (Boş sokak).
Günümüzde ise Nilüfer, Yaşar gibi sanatçılar tekrar yorumlayıp, bu nefis şarkıyı genç kuşağa sevdirdiler.

Hiç niyetim yoktu
Ben maziye
Dönüp seni anıp,düşünmeye
Eski bir şarkının o an birden
Geldiğini duydum penceremden
Koştum birden koştum baktım hemen
Seni aradım hep penceremden
Gözlerimde yaşlar birden coştu
Fakat ne yazık ki sokak boştu
Gözlerim dolaştı bir bir bu yollarda
Aradım seni her köşe başında
Kalbim ağlarken ah ne yazık ki
Belki de sen, sen başka, kollarda
Kapandı pencerem, şarkım sustu
Artık o kalbimde çalıyordu
O eski hislerim tekrar coştu
Fakat ne yazık ki sokak boştu

İşte şarkının çeşitli versionları;
Silviz Pinal 'den


Yaşar'da hakkını vermiş
Keyifli dinlemeler.

13 Ekim 2008 Pazartesi

Severek dinlediklerimden / My Way


Ünlü Alman şair Heine, “sözün bittiği yerde müzik başlar” demiş. Çok da güzel söylemiş.
Bu sabah sizlerle, şöyle sözleri ile, (amiyane söyleyişle) hafiften dalga geçebileceğim ‘’One More Cup of Coffee’’ gibi bir şarkıdan söz etmek ve dinletmek istiyordum ama sabah yürüyüşünden sonra, nefis sonbahar atmosferinin de etkisi ile canım Tagore okumak, natürmort resimler yapmak, Sinatra dinlemek istedi. Tagore okumadım, resim de yapmadım henüz ama Sinatra dinlemekle başladım güne. Hem de çok sevdiğim My Way' le başladım.Yüzümde kocaman gülümseme, elimde çay fincanı ve penceremden uzaktan da olsa denizi seyrederek bilebildiğimce mırıldanarak birkaç kez dinledim. Diğer şarkılara geçmeden önce bir de Elvis’ten dinleyip bu muhteşem şarkının tadını çıkardım..
http://www.video75.com/vd.php?i=k5sw9m&frank-sinatra-my-way-live-at-the-royal-festival-hall-
"My Way" Paul Anka tarafından sözleri yazılmış olan ve Frank Sinatra tarafından popüler olan şarkıdır. Melodisi Fransızca şarkı "Comme d'habitude"den alıntıdır. Elvis Presley şarkıyı 1970'li yıllarda seslendirmiş. Her ikisi de çok güzel seslendirmişler.


Benim tarzım (tuttuğum yol)
Ve şimdi son burada, son geldiVe bu yüzden final perdesiyle yüz yüze geldimArkadaşım ki, ben ona ‘sevgili’ derim
İçinde bulunduğum durumu açıklayacağım
Bütün yollarda seyahat ettim
Ve bundan daha da önemlisi, kendi yolumu tuttum.
Birkaç pişmanlığım var
Ama sonrasında, aslında ifade etmeye deymeyecek kadar azlar
Yapmak ve görmek zorunda olduklarımı yaptım ve
Gördüm hiçbir bağımlılığım olmaksızın
Tüm işlerimi planladım sapa yol boyunca dikkatli adımlarlaVe bundan daha da önemlisi kendi yolumu tuttum.
Evet zaman vardı daha, bildiğinden eminim
Düşündüğümden daha çok mahvolurken
Ama tüm bunlar arasında şüphe varken ortada
Hepsini yok ettim, bitirdim
Hepsiyle yüzleştim, hayatta kaldım, yıkılmadım, ayaktayım.
Sevdim, güldüm ve ağladım
Boşluğu doldurdum kayıp hissemi
Ve şimdi, gözyaşlarım dindiğinde bunu çok eğlenceli buluyorum
Onları yaptığımı düşündüğüm için
Utanmadığımı söyleyebilir miyim?
Hayır, ben değilim, yolumu buldum ben.
Bir adamın fikri neyse zikri de o mudur?Eğer değilse, o zaman hiçbir şeyi yok demektir
Gerçekten hissettikleri ise söylediği şeyler birinin
Diz çökerek söylediği kelimeler değildir o zaman
Kayıtlar gösteriyor rüzgara kapıldım ve
Kendi yolumu çizdim!
Evet bu benim tarzımdı…
Ve son olarak da Engelbert Humperdinck'ten;http://www.video75.com/8kmGj_x9wof/engelbert-humperdinck-my-way/
Keyifli dinlemeler..
İsmet


Yazdıklarımdan / Deneme / Yalnızlık Yazgı Değil Tercihtir

YALNIZLIK YAZGI DEĞİL TERCİHTİR
Kim istemez ‘’sana ihtiyacım var’’ denmesini. Elbette ellerimiz tutulmak, gözlerimiz karşılıklı bakışlarla buluşmak ister..Yorgun gönüller korunaklı limanlarda, dingin ve az rüzgarlı gün batımlarını özler.Yine de kum yalnızlıklarında kayboluruz.. Belki de zamanın ağlarına takılıp kalan anılarımızdır yalnızlıklarımızı besleyen duyumsamalarımız.
Kimsenin umurunda olmadığımız duygusu bir kuruntudur çoğu kez. Mutlaka ama mutlaka birileri vardır, duyan gören ve hisseden senin sen olduğunu. Bu insanı görebilmek pek de zor değildir. Ne var ki, kendisine sunulanı değil, kendi yarattığı seviyi yaşamak ister insanoğlu...Bunun ayrımına varamayan, varmak istemeyen kişinin kendisidir çoğu kez. Çok haklı gerekçelerle, kırılgan yanlarımızın bilenmişliği ile yalnızlık güvenlidir belki de.

Paylaşmanın ve birlikte çoğalmanın ne kadar eşsiz bir hazine oluşturduğunu bilmez miyiz? Buna karşın yalnızlığa olan bu tutku hep gizliden gizliye var olmuştur insan ruhunun derinliklerinde. En güzel besteler, en anlamlı şiirler yalnızlık duygusunun beslediği yapıtlardır.’’Bunlar benim duygularımın ürünü’’ demenin verdiği doyum mudur insanları yalnızlığında alıkoyan? Yalnızlık aslında kendimiz olabildiğimiz anlarımızdır belki de.
Düşlerimizin özgürce coştuğu, sözcüklerimizin dolu dizgin koştuğu ne öykülerimiz, ne şiirlerimiz vardır..
Her tercih, saygıyı hak eder; başkalarına zarar vermediği sürece. Yalnızlık da bir tercihtir, asla yazgı değildir, olmamalıdır da..Kişi bilmez mi, kendisine sevinçler yaşatacak duyarlı yürekleri. İnsan olmak, sevinç akşamları bağışlayanlara, sevinç sabahları bağışlamaktır elbette. Ne yalnızlığı, ne de birliktelikleri seçmek, yadsınacak, hor görülecek insan davranışları değildir.Yalnızlığı seçip de sızlanmak, paylaşımlarda kaybolmayı seçip de yalnızlığa özlem duymaktır asıl yanılgı. Madem ki insanız, yalnızlıkları da birliktelikleri de yaşayabilmek ama yerinde ve zamanında yaşayabilmektir önemli olan. Sızlanmadan, kahretmeden yaşama...


12 Ekim 2008 Pazar

Yaşamdan / Sevgili İlknur ve Bambam'ımız


Az önce öyküsünü okuduğunuz Bambam'ı çok seven ve ona çok iyi bakan İlknur. Onları çok seviyorum.
İsmet

Yaşamdan / Hayvan Sevgisi / Bambam'ın Öyküsü ( Yaşanmış ve yaşanmakta)






































Sahilde , kuruyup ölmekte olan deniz yıldızlarını toplayıp tekrar denize atan adamın öyküsünü herkes bilir. Hani biri, dudak bükerek der ya, '' binlercesi var, bir kaçını kurtarmanın ne anlamı var ki ..'' diye..Ve adam elindekini denize bırakır ve şöyle der: ''Şu an bu denizyıldızı için çok anlamı var !''
İşte Bambam'ın öyküsü de böyle..O, sokaklarda, parklarda yaşam savaşı veren binlercesinden biri olarak doğmuş bir sokak köpeğiydi ve henüz minicikken yaşadığı korkunç olaylardan sonra şans yüzüne güldü. Şu an kardeşlerinden iki ya da üçü hayatta olabilir.Bambam ise İstanbul'da, onu çok seven insanlarla yaşıyor. İşte Bambam'ın mucizevi öyküsü: (İlk dört fotoğraf, onu parkta bulduğum ve sonrasında ölümden döndüğü günlere ait)

Öykümüz hüzünlü bir öykü ama yine de sevgili Bambam için mutlu son diyebileceğimiz bir durum olduğu için bizler de çok mutluyuz..Bambam bir sokak köpeği olarak doğdu. Ne yazık ki; annesi ve beş kardeşi melek oldular. Onlar yattıkça güzel kızım Bambam’ın çok mutlu olmasını diliyorum.

Onları geçtiğimiz mayıs ayının başlarında tanıdım. Parkta Minik’i yani kendi köpeğimi gezdirirken, bir çalının altında, yeni doğum yapmış bir annenin dokuz şirin yavruyu emzirdiğini gördüm. Öyle tatlılardı ki. Kimi siyah, kimi sarı ve bir tanesi de siyah beyazdı.(Bambam). Aklım yavrularda ve annede kaldığı için, ertesi sabah erkenden süt, mama ve su alıp oraya koştum. Akşam üzeri yine beslemeye ve kontrol etmeye gittim. Bu böyle birkaç hafta sürdü. Başka insanların da dikkatini çekmişler ve başkalarının da yiyecek bıraktığı oluyordu. Derken yavrular serpilip güzelleştiler, birer neşe topu gibi sağa sola koşuşturmaya başladılar. Anne de kimi kez onları bırakıp yiyecek bulmaya gidiyordu. Yavrular hareketlendikçe beni bir korku aldı. Çünkü çok büyük bir parktı ve her türlü insanın uğradığı bir yerdi.Yani, psikopatı, delisi, akıllısı ne ararsanız görebilirdiniz etrafta.. Bir sabah onları görmeye gittiğimde yavrulardan üçü yoktu . Uzun aramalardan sonra, anneyi iki metre kadar derinlikte , içi böğürtlenlerle dolu bir çukurda ağlarken buldum. Yavrular çukura düşmüşler ve anne de onları kurtarmak için atlamış . Bir sürü insan gelip geçtiği halde o ağlamaları merak edip ‘’ne oluyor? ‘’ diye bakan ve kurtaran olmamıştı..Neyse, oradan geçen iki delikanlıya rica ettim ve çukura inip anne ile üç yavruyu kurtardılar. Onları alıp, her zaman beslediğim yere götürdük. Bu olaydan sonra resimlerini çekip Petarkadaş’ta onlar için bir forum açtım. Onları sahiplendirmek için çok uğraştım. Sayfamda gördüğünüz resimlerle onları sahiplenecek birilerini aradım. Bana yardımcı olan birkaç üyenin de gayretleri ile üç tanesine yuva bulduk. Kalan yavrular yaşam savaşına devam ediyorlardı ama bir gece korkunç bir fırtına çıktı . Sabaha kadar yağmur ve dolu yağdı. O gece çok istediğim halde evden çıkıp yavrulara ve anneye gidemedim. Sabah erkenden koştum; yavrular perişandı. Hemen karınlarını doyurdum ama biri kayıptı.Siyah beyaz renkli ve adını Bambam koyduğum yavru ortalarda görünmüyordu. Güvenlik görevlilerine sordum,’’ Piramit Kafe’nin yanında ölmek üzere olan bir yavru var’’ dediler.Koşa koşa oraya gidince insanların daire şeklinde etrafına toplanıp seyrettiklerini gördüm.Bir gazetenin üzerinde yatıyordu, kazık gibi olmuş ve karnı şişmişti..Gözleri kapalıydı. Çenesinin hafifçe oynadığını gördüm ; hemen kucağıma aldım.’’Arkadaşlar, arabası olan yok mu?’’ diye bağırarak bekçi kulübesine koştum ve bekçiye ‘’çabuk bir taksi!’’ diye seslendim..İnsanlar, arkamdan,’’ boşuna uğraşıyor, bu köpek can vermek üzere! ‘’diyorlardı.Hemen veterinere yetiştirdim. Muayene masasına yatırıldığında hala nefes alıyordu ama çok kötü görünüyordu.Veteriner hemen damar yolu açtı ve serum bağladı. Kan dolaşımını hızlandırıcı iğneler yaptı. Sıcak su torbaları hazırladı, saç kurutma makinesi ile ısıttı.Bir yandan da ikimiz birden masaj yapıyorduk. Zavallı Bambam colabs durumundaymış.Yani hem boğulma, hem de donma durumu…Ben ağlıyordum; veteriner, ‘’ yüzde beş şansı var ‘’ diyordu. Nasıl dualar ediyordum bir bilseniz. Derken saat 11’e doğru Bambam gözlerini araladı.Ahmet (veterinerimiz) Kafese koyup güneşe çıkardı..Kuzucuğum yavaş yavaş gerinme hareketleri yapmaya başladı..Veteriner ’’Abla gözün aydın!’’deyince duyduğum mutluluğu asla anlatamam.:)
Bambam üç gün klinikte gözetim altında kaldı.Veteriner Artık götürebilirsin dediği zaman sevindim ama kara kara düşünmeye başladım.Çünkü küçük bir apt. dairesinde oturuyorum ve zaten Minik zor bir köpek ve eşim de rahatsız.Hem de ileri derecede bakıma muhtaç. Ama Bambam’ı parka bırakamazdım.Çok sarsılmıştı, hayatta kalması için çok iyi bakılmalıydı.Eve getirdim. Bir forum daha açıp Bambam’ın başına gelenleri anlattım ve yuva aradığımı belirttim. Bu sayfalarda, cins olmayan köpeklerin yuva bulması neredeyse imkansızdır ama Bambam’ın şans yüzüne güldü. Melek kalpli İlknur okumuş ve Bambam’ı istediğini yazdı.Önce inanamadım; Ta İstanbul’dan nasıl gelip alacaklar diye, ama oldu işte.Bir başka üye arkadaşımız arabası ile gelip, Bambam’ı aldı ve İlknur’a teslim etti.O günden beri İlknur’la sürekli telefonlaştık ve yazıştık.O artık benim manevi kızım.Bambam da çok mutlu.Artık adı Noya..Ben hala Bambam diyorum.Güzel kızımız kocaman oldu. Onu MSN web cam’dan görüyorum.İlknur annesi canı gibi seviyor.Bu gün güzel kızıma çok cici hediyeler aldım ve güzel bir paket hazırladım. Kargo ile göndereceğim.
Ne yazık ki diğer beş kardeşi ve annesi tüm çabalarımıza rağmen belediye tarafından itlaf edildi. Onları nefretle kınıyorum. Lütfen denizyıldızlarını toplayan adamın ve Bambam'ın öyküsünü unutmayın..
İsmet Şahin