
Hayalinizdeki yaşam alanı böyle bir yer mi?
Ya da böyle bir evceğiz mi doğanın kucağında?
Ama yukarıdaki köy evi için ''Pek de eski püskü, dökükmüş'' derseniz;
''İkisinin ortası bir şeyler olsun ama illa ki doğa ile iç içe olsun'' derim ben..
Samuel Becket ''Kararlı bir şekilde doğaya dönmeliyiz'' demiş. Bence çok doğru söylemiş. Gün geçtikçe doğadan kopuyoruz. Sözümona uygarlaştıkça, doğadan uzaklaştığımız gerçeğini inkar edemeyiz.
Bugün, o çok özenilen ultra modern yerleşim yerleri ile ilgili yazmak geldi içimden. Mega kentler, doğal ortamları azaltırken beraberinde kimyasal kirlenmelerle birlikte görüntü, ses kirliliğini ve ne yazık ki psikolojik çöküntüyü de getiriyor yaşamımıza. Doğal güzelliklerin eksikliğinin farkına varıldı varılmasına ama gerçeği olmadığı için yapayı sunuluyor. Hem de astronomik rakamlarla. Gösterişli reklamlarla tanıtılan ultra modern yerleşim birimleri, sahte gölleri, yapay korulukları ile doğal güzelliklerin imitasyonu olarak ne derece orijinallerinin yerini tutabilir? Hadi tuttu diyelim, buralara ulaşabilenler toplumun yüzde kaçıdır? Yok, yok ben sahte dünyalar yaratılacağına, var olan doğal güzelliklerin hassasiyetle korunmasından yanayım. Emin olun, aidatını bile karşılayamayacağım o çok pahalı sitelerde hiç gözüm yok. Benim tek arzum olabildiğince doğal yaşamla iç içe olabilmek. Örneğin oksijen terapi merkezlerinde ağzımıza burnumuza takacağımız maskelerle beş on dakika temiz hava solumak uğruna esaslı paralar harcanıyor artık kentlerde. Her sabah çam ormanlarının yanından geçip sahile dek yürürken tertemiz havayı soluyup ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum ama bir yandan da içim yanıyor; etraftaki çöp yığınlarını gördükçe...
Ve gün geçtikçe azalan ağaç dokusunu düşünerek kahroluyorum.